Her an her yerde idin… Toprakta, suda, tatlı sulu bir elmada… Bir “AN”da oluştu her şey. Karanlıkta, hiçlikte OL dendi ve başladı yeni macera.
Yavaş yavaş büyüyorsun, ılık bir suyun içinde… Küçük bir alem, bir başka alemin içinde güvenle büyüyor. Bu alem, annenin kasıklarında, rahim denen alemin içinde bir su keseciği. O beslendikçe besleniyorsun, onun aldığı hava sana çözünmüş olarak ulaşıyor, gıdalar hazır halde. Hatta o kadar ki ihtiyaç duyduğun tüm mineral ve vitaminleri çekiyorsun sonradan anne diyeceğin o dişi alemden. Buraya kadar kısaca yazılmış olan hikâye, bu dokuz aylık süreç aslında bir ömür, o alem için… Ve gün geldi hazırsın bir boyut değişikliği, önemli bir geçişe. Senin için hazırlanan muazzam bir senaryo ile dünya denilen aleme doğacaksın. Öyle veya böyle seçtiğin şekilde, yaratıcının sana bahşettiği ellerde, sudan ayrıldın ve havayla ilk temas. Belki bir şaplak yemen gerekti, derin bir nefes almak için. Güçlü bir ağlama. Ciğerlerin ilk defa böyle bir şey yaşıyor, bilmediği bir şeyi deneyimliyor. Ve ilk defa duydun sesleri, net bir şekilde. Kendi sesini, dışardaki sesleri. Anne karnında annendi tüm bağlantın. Şimdi adına “dünya” denilen bu alemde bağlantın nefes ile olacak. Aşağıların en aşağısına, cennet denen rahim boyutundan indin. Takribi 2 yaşına kadar bıngıldağın henüz katılaşmadan, bilgiyi tepe çakrandan çekeceksin. Işık ya da foton olarak, nur olarak… Zaten “nur topu” şeklinde doğduğunu müjdelediler ailene.
Hayat… Bir nefesle başladı işte ve tekrar bir boyut değiştirene dek nefesin seninle.
Nefesimizin derin anlamını ne kadar tefekkür ettik?
Dünyadaki tekamülümüzde yolculuk boyunca bize eşlik eden bu aracın, nefesimizin ne kadar farkındayız? Önemini, hayatiyetini, hayatla bağlantımız ötesindeki derin anlamını ne kadar tefekkür ettik? İşte dünyaya düşen insanın en büyük bilmecesi… Burnunun ucunu göremeyip, çözümü uzaklarda aramak!
Tekamülün gereği seçtiğin ailenin içinde düşe kalka büyürken, yaşam derslerinin içindeki konuları deneyimleme sırasında her üzüntü, sıkıntı, korku, şok anında, farkında bile olmadan, nefesini tuttun… Bunu kendini korumak için yaptın, üzülmemek adına…
Bilinçaltının kendini koruma içgüdüsü. Ancak her nefes tutuş bedenine o duyguyu hapsetti. Bir imza gibi.
Duygunun içinde iken nefes alıp vermeye devam etseydin, bloke olmadan geçip gidecekti. Tıpkı bir nehrin gürül gürül yolunda akması gibi. Duygu yaşanacak, ifade bulacak ve öğrendiğin deneyim seninle kalıp, travması oluşmayacaktı… Ve nefesler tutula tutula, telaş ve korku anlarında sık ve kesik nefeslerle yavaş yavaş bozuldu nefes kalıpları… Gün içinde kapalı alanlarda gökyüzünü görmeden, toprağa basmadan, nefesi doğru düzgün almadan yaşar olduk. Bunu yaşamak sandık. Ardından geldi depresyonlar, bağışıklık düşüşleri, bedenin sesli- sessiz yardım çığlıkları.
Derin bir nefes al…
Derdi veren, şifayı yanı başında verir…
Önce nefesini tuttuğunu fark et. Ne kadar zamandır derin derin almadığını…
Doğanın bir parçası olduğunu, yapay değil ORGANİK bir ZEKÂN olduğunu… Tekrar özünü, o çocukluk saf nefesini hatırlayabileceğini, bu programın sende yüklü olduğunu hatırla… Gerisi gelecek… İnan bana gelecek.
Doğru nefesi tekrar bedeninde oturttuğunda, fiziksel bedenin oksijene doyduğunda dokularından, organlarına ve sistemlerine derin bir iyileşme ve rahatlama başlayacak. Aynı anda duygusal bedenin biriktirdiklerini salıvermeye başlayacak her nefes verişte. Ruhun yani en yüksek frekansta titreşen özünle bağlanacak, dalga dalga bilgi alacaksın o saf kaynaktan…
Nasılını bir sonraki yazıya bırakalım.
Ve noktayı koyarken, okuyucuyu tefekküre davet edelim.
İbnül Arabi der ki ‘’Arif olan odur ki Hak’tan aldığı nefesi kirletmeden Hakka teslim edendir.’’
Öyle bir nefes alacaksın ki onu verirken düşüncelerin, duyguların, yargıların, korkuların ile kirletmeden tertemiz bir şekilde vereceksin sisteme.
Havayı kirletmeyi mi seçersin, yoksa tertemiz nefesinle evrenlere şifa olmayı mı? Şikâyet değil, eylem zamanı.
Nefesine sahip çık güzel İNSAN…
Seyda Ok Aydoğan / Kudreti Nefes Akademisi Kurucu Eğitmen