Ana Sayfa Kişisel Gelişim Röportaj Çok Yakında Anunnakiler İle Yaşamaya Başlayacağız

Çok Yakında Anunnakiler İle Yaşamaya Başlayacağız

Çok Yakında Anunnakiler İle Yaşamaya Başlayacağız
VarolusveOtesi

O, sadece gerçeklerin peşinden giden, kanıtlı-kaynaklı bilgiyle beslenen, kayda değer bir bilgi yakaladığında ise kendinden geçen Artvinli bir Ahıska Türkü… Evreni ve insanı çözmek, neden burada olduğumuzu sorgulamak, içinden gelenle ağzından çıkanın bir olduğu doğruluk sistemini ilke edinmiş bir araştırmacı… Bu yolda biri İngilizce olmak üzere toplam yedi kitap yazmış, 10. Boyut kitabıyla da Büyük Patlama öncesinden gelen bir mesaja yani Yaradan’ın mesajına odaklanmış bir yazar… Anunnakiler deyince akla gelen ilk isimlerden biri… O kim mi? Belki de pek çoğunuzun yakından takip ettiği Şafak Bayraktutan, Gök Türk nam-ı diğer Gök Türk Ramu. Bitmek bilmeyen sorularımıza cevap ararken bu kez de Anunnakiler ve Gök Türk ile karşınızdayız. Lafı fazla uzatmadan gelin hep birlikte, bizi meraklandırırken düşündürecek, aydınlatırken sorgulatacak yine Varoluş ve Ötesi’ne doğru muazzam bir yolculuğa çıkaracak Gök Türk’e dikkat kesilelim.

“Sümerlerin her şeye bir cevabı var. Bu cevapları da Anunnakiler’den aldıklarını söylüyorlar”

Anunnakilere ilgi duymanız nasıl başladı?

Babamın anlattığı ilginç hikâyelerle birlikte esasında 8 yaşından beri gizemlerin peşindeyim. Hayatım boyunca dünyadaki açıklanamayan olaylarla ilgili kitaplar, dergiler okudum, kendimce araştırmalar yaptım. Ancak Anunnakilere ilgi duymamın ilk adımı 2008 yılında Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nda oldu. Orada Kazım Mirşan’ın Sümerce ile ilgili bir konferansına katıldım ve Sümerlere ilgi duymaya başladım. 2012’de Zecharia Sitchin’in kitaplarını okuyunca da hem Anunnakileri tanıdım hem de o zamana kadar tüm biriktirdiğim her şey birer birer bağlanmaya başladı; çünkü Sümerlerin her şeye bir cevabı vardı. Bu cevapları da Anunnakiler’den aldıklarını söylüyorlardı.

“Anunnakilerin tüp bebek yöntemine benzeyen ileri bir yöntemle MÖ. 300 bin dolaylarında evrimimize müdahale ettiklerini, Anunnaki-Homo Erectus birleşimiyle de Homo Sapiensi oluşturduklarını gördük yaptığımız çalışmalarda”

Kitaplarınızda bizlerin hepimizin bir Anunnaki geni taşıdığımızdan, genetik bir hafızamız olduğundan bahsediyorsunuz. Gen profesörüyle de çalışıyorsunuz. Bu durumu bize biraz açıklar mısınız?

Evet, 2012 yılından beri Prof. Dr. Gökçen Yuvalı ile birlikte çalışıyoruz. Kendisi üç kitabımın editörü ve bilimsel danışmanı oldu. Yine bu süreçte alanında uzman başka kişilerle de çalıştım. Geçmişten gelen bilgilerin şifreli ve sırlı bilgiler olduğuna inanarak, tablet çözümlemeleriyle ortaya çıkan bilgileri günümüz teknolojisiyle birleştirerek gerçek tarihe ulaşmayı hedefledik hep. Anunnakilerin tüp bebek yöntemine benzeyen ileri bir yöntemle MÖ. 300 bin dolaylarında evrimimize müdahale ettiklerini, Anunnaki-Homo Erectus birleşimiyle de Homo Sapiensi oluşturduklarını gördük yaptığımız çalışmalarda. Enki- Ninmah Yaratılış Mitinde Homosapiens’in Sigensidgu olarak adlandırıldığını bulduk. MÖ. 250 bin dolaylarında da 23. Kromozomlarını bizimkiyle yer değiştirerek doğurganlığı başlatmışlardı. Orta Afrika’da siyahi bir kadın olarak ortaya çıkan ilk Mitokondriyal Havva’nın bir proje olduğunu çok detaylı anlattık kitaplarda… Günümüz insanının Anunnaki-Homoerectus karışımı olması nedeniyle her birimizde bu iki türün genlerinin bulunması doğal bir durum. Asıl soru şu içimizdeki bu tanrı-tanrıça genlerini aktif etmek istiyor muyuz?

“Anunnakiler hiç gitmediler, sadece geri çekildiler. Kendilerinin de inandıkları YARADAN’ı bize tanıtmaya, anlatmaya çalıştılar. 2060 yılında başlayacak Kova Çağı’nda ise bir kez daha kendilerini tanıtarak bizlerle beraber yaşamaya başlayacaklar”

Dünya sisteminin Anunnakiler’in bir sistemi olduğunu ve hala burada olduklarını iddia ediyorsunuz. Gerçekten de buradalar mı?

Onlar hiç gitmediler, sadece geri çekildiler. Günümüzde yaşadığımız deneyimler, gördüğümüz rüyalar, aldığımız sezgiler, vizyonlarımızdaki temasların benzerlerini geçmişte de yaşamışlar ve bir yerlere kaydetmişler. Tek fark onlar tüm bunların kaynağını Anunnaki olarak kaydetmişler. Bizlerde ise kaynak bir muamma ve herkes kendi inancına göre yorumlamakta. M.Ö. 1890 yılına kadar ki Boğa Çağı’nda insanlarla birlikte yaşıyorlardı. Tabletler onları etten kemikten olarak anlatır. İnsanlarla evliliklerinden doğan çocuklar kendilerini yarı tanrı olarak görme eğiliminde olmuştur. M.Ö. 100 yılına kadar ki Koç Çağı’nda ise biraz geri çekildiler. Kendilerini temsilen krallar ve din adamları seçerek, taç ve asa aracılığıyla insanlarla temas kurdular. MÖ. 100’de başlayan Balık Çağı’nda ise tamamen gözden kaybolarak tek tanrı inancını bize vermeye çalıştılar. Kendilerinin de inandıkları YARADAN’ı bize tanıtmaya, anlatmaya çalıştılar. M.S. 2060 yılında başlayacak Kova Çağı’nda ise tüm bunların yerini bilgi, teknoloji, yapay zekâ, genetik-epigenetik ve uzay dolduracak. Bir kez daha kendilerini tanıtarak bizlerle beraber yaşamaya başlayacaklar…

“Anunnakilerin’de içinde yazılmış olduğu tüm bilgiyi olduğu gibi aldığımızda şimdikinden bambaşka bir tarih ortaya çıkıyor emin olun. Dünya’ya gelme sebepleri madencilik”

Dünya tarihindeki eksik/değişken Anunnakiler diye bir cümle var kitabınızda. Eksikten kastınız nedir? Tabletlere göre Anunnakiler dünyaya neden geliyorlar?

Anunnakiler birçok kültürde tanrı-tanrıça olarak adlandırılmışlar. Tüm mitolojilerde, tarihlerde bulunmalarına rağmen onlar ana akım bilim tarafından hep hayali olarak görülmüş. Örnek bir stelin üzerindeki tokalaşma sahnesi için ana akım bilim, “sağdaki gerçek, soldaki hayali” yorumu yapmış. Homeros’un İlyada’sındaki biri tanrılara diğeri insanlara ait iki katlı bir sahne olmasına rağmen tanrılar hep yok sayılmış. Tanrıça Afrodit’in ayağından ok ile vurulması, damarlarından bakır sebepli mavi kan akması bile bir şekilde görmezden gelinmiş. Anunnakilerin’de içinde yazılmış olduğu tüm bilgiyi olduğu gibi aldığımızda şimdikinden bambaşka bir tarih ortaya çıkıyor emin olun. Dünya’ya gelme sebepleri madencilik…

“Tek tanrı inançları var. Hatta onların da peygamberleri var”

Anunnakiler neye inanıyor? Tanrı inançlarından da bahseder misiniz?

Onlara göre Evreni oluşturan tek bir YARADAN vardır. Tek tanrı inançları var. Hatta onların da peygamberleri var. Yaradan’ın onlarla temas kurduğunu ve dünyadaki tüm yaptıklarının Yaradan’ın planı olduğunu düşünüyorlar.

Ulular, seçilmişler, adil olanlar kimlerdir?

Enok’un Kitabı’nda, “O günlerde seçilmişler ve kutsal ırk inecek gökten ve onların tohumu insanoğullarınınkiyle bir olacak.” diyor.

Kutsal Irk ile birlikte inecek olan “Seçilmişlerin” ise ömürleri uzatılarak Anunnakiler arasına katılmış olan insanlar olmaları muhtemeldir. “Son Çağrı – Anunnakilerle Temas” adlı kitabımızda ölmeden gökyüzüne alınan insanları detaylıca anlatmıştık. Enok, İlyas gibi peygamberlerin ve bazı evliyaların ölmediklerine ve uçarak gittiklerine dair hikâyeleri mutlaka duymuşuzdur. İşte bu insanlara “Seçilmişler” diyor Enok. Ulular, seçilmişler, adil olanlar ise bu seçilmişlerin bir nevi kategorileştirilmiş şekli.

Yine diyor ki;

Ve ulularla ve seçilmişlerle ilgili üçüncü hikâyeyi anlatmaya başladım.

Ne mutlu size ulular ve seçilmişler, çünkü sizin kaderiniz güzeldir!

Ulular güneşin ışığında, seçilmişler ebedi hayatın ışığında olacak. Hayatlarının günleri sonsuz olacak ve uluların günleri sayısız olacak. Işığı arayacaklar ve Ruhların Tanrı’sından adaleti bulacaklar.

Ebedi Tanrı’nın adıyla ulular huzur bulacak.

Ardından gökteki ululara denecek ki “Adaletin sırlarını, inancın mirasını arayın çünkü dünya güneş gibi parladı ve karanlık geçti.” Hiç bitmeyen bir ışık olacak ve günler hiç sona ermeyecek. Ruhların Tanrı’sının önünde ışık güçlü olacak ve Ruhların Tanrı’sının önünde doğruluğun ışığı sonsuza kadar sürecek.

Yoğun Anunnaki genleri taşıyanlar “Ulular” ve uyanmış insanları işaret eden “Seçilmişler” için “Ne mutlu size çünkü kaderiniz güzeldir.” diyor Enok. Bu verilen müjdeye ek olarak uyanmış olan insanların korunduğunu ekleyebiliriz. “Hayatlarının günleri sonsuz olacak” kısmı seçilenlerin yaşam süresinin uzatılmasını anlatıyor olabilir. Işığı arama kısmı ise çok ilginç. Bugünlerde uyanan her insanın ağzından “ışık” kelimesini duymak ışığı aramanın bir kanıtı olabilir.

Dördüncü maddede anlatılan “Ebedi Tanrı”nın ise bizlerin “Yaratıcı ya da Yaradan” olarak bildiği evrenin en büyük enerjisi olduğunu düşünüyoruz.

Buradaki ilginç diğer bir husus gökteki ululardır. Anunnaki soyundan gelip de özel olarak dünyada görevlendirilen ve bizlere rehber olan bu insanların uzaya çıkabilme izni bulunuyor. Phobos’a ve Ay’daki üslere rahatlıkla gidebilme özgürlüklerinin olabildiğini sanıyoruz.

“İnanna’ya Umay Ana ya da Ayizit, Samaş’a Gök Tanrı denmiştir. Bu iki Anunnaki, Türeyiş destanında anlatılan tohumlama işini yapmıştır”

Türklerin bir özelliği farklı bir durumu var mı sizce?

İnanna ve Samaş’ın kendi ailesi diyebiliriz. İnanna’ya Umay Ana ya da Ayizit, Samaş’a Gök Tanrı denmiştir. Bu iki Anunnaki, Türeyiş destanında anlatılan tohumlama işini yapmıştır. Zaman zaman tekrar gelerek de güncellemeler yapmışlardır. Oğuz Kağan ve Cengiz Han’ın hikâyelerindeki göksel varlıklardır. Ben hep Türklerin, Almanlar, Japonlar ve Tibetlilerle aynı soydan geldiklerini yazdım, anlattım.

Sümer tarihiyle, tabletlerle ilgili çok fazla araştırmalarınız var. Kitaplarınızda anlattıklarınız sadece araştırmalarınızdan yola çıkarak mı yoksa gönül gözüyle hissettikleriniz, bir temas sizinle bir bağlantı olduğunu düşünüyor musunuz?

Ben araştırmacı bir yazarım. Araştırarak, birleştirerek, derleyerek anlatırım. Muhakkak ki sezgisel yardımlar gelmiştir herkese geldiği gibi lakin öyle kesin bir temas deneyimim olmadı.

“UFO deneyimini 2017 yılının ekim ayında bir grup olarak hep beraber yaşadık”

Bir de UFO deneyiminiz var. Sarıkız’da yaşadığınız deneyiminizi de anlatabilir misiniz? Tüm bu deneyimleri yaşarken neler hissettiniz sizi nasıl etkiledi?

Evet, 2017 yılının ekim ayında bu deneyimi bir grup olarak hep beraber yaşadık. Sarıkız zirvesindeki bulut yaklaşık bir saat tepemizde kaldı. Hatta kendi aramızda, “Sarıkız’ı almaya gelen bulut bu muydu?” esprileri dahi yaptık.

Mısır, Ürdün, Petra, Anadolu’da geziler düzenliyorsunuz. Buralardaki şahit olduklarınız, gezilerinize katılanların şahit oldukları şeyler, yaşadığınız ilginç olayları anlatabilir misiniz?

Birçok yerde birçok ilginç durum yaşadık. Bir tanesini örnek vereyim: 2018 Ağustos’unda Lübnan Beka Vadisindeki Baalbek Tapınağına gitmiştik. Sibel Eşiyok arkadaşımızın Jüpiter Tapınağında enerji çalışması yapmaya başladığı sırada tapınağın girişinde herkesin birebir tanık olduğu bir hortum çıktı. Hatta bu hortum video olarak kayıt altına dahi alındı.

“Keşfedip açıklayabildiklerimiz henüz yüzde 1 bile değil”

Her şeyin bu kadar hızlı ilerliyor olmasını nasıl yorumluyorsunuz? Keşfedip açıklayamadığınız şeyler var mı?

Balık Çağı’nın son bir derecesine denk gelen 72 yıllık dönem 1989’da başlamış ve büyük değişimlerin başlangıcı olan bu tarihten sonraki insanoğlunun sıçrama ve bilgiye erişme dönemini izlemek bizlere kısmet olmuştur. O yüzden bu kadar hızlı ilerliyor her şey. Keşfedip açıklayabildiklerimiz henüz yüzde 1 bile değil…

“Kova Çağı ile birlikte dinler için kan dökülmeyecek”

Kova Çağı ile birlikte klasik din anlayışının kalkacağını anlatıyorsunuz. Nasıl bir din algısı oluşacak?

Herkes yine istediğine inanacak, sadece dinler için kan dökülmeyecek.

“Belki de her dönem dillerde kendine yer bulan “Altın Çağ” bir yanlış anlaşılmadan ibaretti ve doğrusu 400 bin yıldır zaten devam eden “Altın Toplama Çağı” olacaktı”

İnsanlar sizce ne durumda. Bir uyanış yaşanıyor mu? Uyanmak yeterli mi insanlığın geleceği için? Kova Çağında 2060’larda neler olacak? Hangi geleceğe ya da geçmişe gidiyoruz?

Şu iyi bilinmelidir ki Anunnakiler asla ilahi olmadılar, onlar sadece insanın atası ve teknolojik olarak çok daha üstündüler. Bu yüzden milyarlarca insanın bir arada yaşayabilmesi için ve kendi altın düzenleri için en iyi sistemleri bulmaya çalışmaktaydılar. Boğa Çağındaki Anunnakilerin “Yüce Efendiler” olarak görüldükleri sistem Enlil’in eseriydi. İnanna’nın ilahi olma iddiasından sonra tanrılaşan Anunnakiler Koç Çağında Marduk’un isteğiyle çok tanrılı dinlerin tanrıları oldu. Balık Çağındaki sistem Sin’in en iyi olarak gördüğü sistemdi. Şimdi de Kova Çağı geliyor ve Prens Enki hem Anunnakiler için hem de insanlar için en iyi sistemi kurmaya çalışıyordu. Tabi bunu yaparken de dünyanın işleyişini bozmamaya ve değişimi beş yüz yıllık süreye yayarak dikkatli geçiş sağlamaya dikkat ediyordu.

Şu an için bize olumsuz gelen tüm felaketlerin, virüslerin, hastalıkların tek amacı insan sayısını belirli bir sayıda tutarken, dünyanın karşılaşabileceği çevresel felaketleri, atmosfer sorunlarını en aza indirmekti.

Tarih boyunca artan insan nüfusunu dengeleme çalışmaları deprem, hastalık, açlık üzerinden yürütülmekteyken bu yeniçağda bambaşka bir şey deniyordu Enki; yaşamak ve ölmek arasında seçim yapan insan modeli. Yaşamayı seçen insanlar her şekilde yaşamanın bir yolunu bulurken, içsel olarak yaşamdan zevk almayanlar kendi hayatlarını bitirdiklerinin farkında bile olmuyorlardı. Savaşlar, açlık, hastalıklar, doğal felaketler bu yeniçağda da vardı ama Enki, Enok’un Kitabı aracılıyla uyananlara “Zamanın olumsuzlukları yüzünden ruhunuz kararmasın, ‘Yüce Olan’ her şey için bir zaman ayırmıştır.” demekteydi.

Onun yönetimindeki 2160 yıllık Kova Çağı, sadece bilim ve teknolojinin çağı olacaktı. O yüzden de Kova Çağı başlarken Balık Çağı’nın aksine dinler, yerini bilim ve teknolojiye bırakmaktaydı; buhar gücü, makine gücü, elektrik, telefon derken Kova Çağı’nın 2160 yıl boyunca bilim ve teknoloji çağı olacağı görülmekteydi. Her çağın başında olduğu gibi şimdi de Mezopotamya şehirleri tek tek yıkılırken ve beklenen yine bir ‘Altın Çağ’dı. Ek olarak bilim ve teknolojide geri kalmış uygarlıklar dünya nüfus dengesine kurban edilmekteydi. 2160 yıl sonra bir gün bu çağ da bitecekti ve artık Oğlak Çağı başlayacaktı. Oğlak Çağı; Koç gibi çok tanrılı dinler, Balık gibi tek tanrılı dinler ya da Kova gibi dinsiz bilim ve teknoloji çağı mı ya da bambaşka bir çağ mı olacaktır bilinmez. Ancak bilinen iki kader vardı ki; değişim yine Mezopotamya şehirlerinden başlayacaktı ve beklenen ‘Altın Çağ’ yine gelmeyecekti. Belki de her dönem dillerde kendine yer bulan “Altın Çağ” bir yanlış anlaşılmadan ibaretti ve doğrusu 400 bin yıldır zaten devam eden “Altın Toplama Çağı” olacaktı…

Bu yeniçağda “an”da kalınmalıydı, pozitif düşünce hayatımızın her alanında olmalıydı ancak sorgu ve arayış hiç eksik olmamalıydı. Diğer insanlardan farklı olduklarını hisseden “uyanan” insanlar için gelişim ancak farkındalıklarla mümkündü ve bu yolda herkes eşit haklara sahipti. Statü, mal varlığı, güç gibi etkenlerin uyanışa hiçbir katkısı yoktu. Milyarlarca doların sahibi biriyle, köydeki çoban için bu yol farklı sınavları ama aynı zorlukları içeriyordu. Gerçek tekti ama ona ulaşma yolları çok fazlaydı. O yolların ortak özelliklerine baktığımızda ise daima sorgulayan, kendini geliştiren, bilgisini artıran, artırdıkça yükselen ve yükseldikçe alçakgönüllü olan insanları görmekteydik. Din, dil, ırk ayrımı yapmayan; insan olmanın ilk şartının merhamet duygusu olduğunu öğrenmiş olan, hayvanlara iyi davranan, bitkilere iyi davranan, çocuklara iyi davranan en önemlisi de kendine iyi davranan insanlar seçilmeye en yakın olanlardı.

Bu insanların hangi yolu benimsedikleri önemli değildi çünkü dünya onların enerjisiyle güzel bir yer oluyordu. Farkındalıklarla olanı biteni görüp, sorgulama başladığında bu kişiler için daha zor bir süreç başlıyordu; hem görenlerden olup hem de dünya hayatına ayak uydurabilmek.

Bu da başarıldığında artık çeşitli deneyimler, vizyonlar, görümler, rüyalar ve sezgilerle bu insanlara rehberlik hizmeti yapılıyor ve küçük mucizelerle doğru yolda oldukları hissettiriliyordu. Buradaki doğru yol ve doğru insan olmaktan kasıt, kişinin içsel doğrularıyla uyumlu hareket etmesidir. Uyanan bu kişiler doğru yoldan saptıkları anda ufak uyarılarla bu sapma sezdiriliyordu. Belki de bu aşamadaki en önemli sınavlar ego ve dünya hayatının ilgi çekici nimetleri üzerinden oluyordu. Bilgi kirliliği de en çok bu kısımda etkili oluyordu. Tabi ki elenenler çok oluyordu çünkü gidilen yol genel olarak hislerden destek alsa da akıl, zekâ ve mantık eklenmeyince kapılar açılmıyordu. Sadece içsel ilerlemek yetersiz olabiliyordu çünkü istenen bir uzmanlaşma ya da orjinalleşmeydi. Bir grup ya da tarikata girip, birinin peşine takılıp aklını başkasına teslim edenler bu noktada uyanmış ama ilk sınavda elenmiş insanlar olarak hayatlarına devam ediyorlardı. Beşer insan olmasalar da sınavı kaybettiklerinden hayatları boyunca kendilerini tekrar ederek yaşamaya mahkûm kalıyorlardı.

Yoluna devam edenler için sonraki adımlar; kalabalıklar içinde yalnızlaşma, sessizleşme, olanı biteni sadece izleme ve içe dönüş kavramlarını içeriyordu. Tüm bu sınavlar içinde korkular, endişeler, negatif enerji ve olumsuzluğa odaklanma konularından özgürleşme en önemli olanlardı.

Tüm yayın hakları Varoluş ve Ötesi’ne ait olup yazılar iktibas edilemez. Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Tüm reklamların sorumluluğu firmalara, yazılardaki ve söyleşilerdeki görüşler şahıslara aittir.

VarolusveOtesi