Bu dünya düzlüğünde kendi değerini bildiğin kadar bir hayatı hak ediyorsun
Hayatımızda sahip olmak istediğimiz her şey için; iyi bir hayat arkadaşı, güçlü bir ekonomi ve daha birçok şeye yeterince değer vermediğimiz için henüz bunları elde edemediğimizi söylemek mümkün. Bir fikre gerçekten değer verdiğimizde, sürekli o değeri gerçekleştirmek için fırsatlar kollarız. Enerjimizi bu fırsatlardan faydalanmak için kullanırız. Değerlerimiz, dikkatimizi, belleğimizi ve niyetimizi belirler. Dikkat ettiğimiz şeyi, unutmadığımız şeyi, yapmaya niyet ettiğimiz şeyi netleştirir.
Hayat amacımızın kilidini açan anahtar
Değer verdiğimiz her konuya emek harcarız, zaman ayırırız, bedel öderiz. O öz değerimiz; aynı zamanda seçici ön yargılı bellek olarak da adlandırılır. Bu bellek, zihnimizin sıralarında neyi hatırlamamız gerektiğini belirler. Yaşadığımız dünyada değer verdiğimiz şeyler, bilgiyi nasıl işlediğimizi, neyi aklımızda tuttuğumuzu, seçiciliğimizi ve nasıl davranacağımızı netleştirir. Bu nedenle kendi öz değerimiz sıradan bir sosyal idealden çok daha güçlüdür. Sosyal ideallerimiz tarafından yönlendirildiğimizde, yapmamız gerekeni ya da yapmak zorunda olduklarımızı yapma çabası içine girebiliriz. Sosyal yaşantımızda değerler prensibimizi tespit etmek, tatmin edici bir hayatın anahtarıdır; hayat amacımızın kilidini açan anahtar diyelim. Gerçekte kendi değerlerimizi bilmemiz sabrımızı ve azmimizi artırır. Öz değerlerimiz aynı zamanda içimizdeki lideri uyandırır, yeteneklerimizi bilinçli şekilde hayatın içinde canlandırır.
O halde gerçekleştirmeye çalıştığımız hayatın içinde çabayla bir sonuca vardıramadığımız hedeflerimiz aslında heveslerimiz olabilir mi? Eminim sizin de hayal kırıklığı yaşatan birçok hevesinizi hedef zannettiğiniz deneyimleriniz olmuştur. Özümüzün değerleri ile dengede kurgulanmayan hiçbir hedef anlamlı bir gerçekliğe ulaşamaz. İstediğimiz hayata ulaşamadan, hedef zannettiğimiz hayallerimiz beyhude rüyalar olarak geçmişimizde yerini alıyor.
İşimiz ne olursa olsun öz değerlerimizle nasıl ilişkilendireceğiz?
En önemli değerimiz, içimizdeki dâhiyi ve özgüvenimizi açığa çıkarır. Bize heyecan veren bir eylem, çok sevdiğimiz değerlerimizi temsil eden bir şey aklımıza geldiyse, muhtemelen bu eylemde sıra dışı, yüksek bir enerjimizin olduğunu görürüz. Bu eylemi yapmamız için kimsenin bizi ikna etmesine, hatırlatmasına, motive etmesine gerek yoktur. Asıl sorulması gereken soru, işimiz ne olursa olsun öz değerlerimizle nasıl ilişkilendireceğimizdir. Neyi sevdiğimizi bulmak, hangi işi yaparken saati unuttuğumuzu tespit edebilmek, hayatımızın anlamını görebilmek konusunda ilk adımlarımızdır. Kendimizi tanıma yolunda yaptığım çalışmalarda çoğunlukla “Benim hayat amacım nedir?” sorusuyla karşılaşıyorum. Kişi bu dünyaya neden geldiğini, varoluş sebebini ancak kendi içsel cevaplarında bulur; elbette doğru soruları sorarak. Biliyoruz ki soruyu zihin sorar, cevabı öz verir.
Kendinizi tanıma yolculuğunda ne kadar yol aldınız?
Bu dünyaya insan olarak gelmiş olmamızın kıymetini zaman zaman unutuyor gibiyiz. Her birimiz duygularımızın ötesinde varlıklarız; tüm duyguları hissetme kapasitesine sahibiz. Niyetim yaşam kalitemi yükseltmek, özüme doğru ilerlemekse, kâinat bana bunları deneyimlemem için olaylar gönderecek; bu şekilde yaşam bana özümle aramdaki mesafeyi kaldıracak, duygu bütünlemeleri için yapacağım faaliyete destek olacaktır. Yeni senenin, yepyeni günlerinin başladığı şu zamanda kendinizi tanıma yolculuğunda ne kadar yol aldınız? Hayat kalitemi yükseltmek istiyorsam, yaşam bana fark etmem gereken duyguları verecektir. Benim görevim bu duygulardan özgürleşerek içinden geçmek olacaktır. Dışarıda değil, içeride olana bakarak ne yaşıyorum, bu bana ne gösteriyor sorularıyla özüme yaklaşıyorum.
Kâinat bizden desteğini ne zaman çekiyor?
Fark ettiğime teslim oluyorum, güven hissiyle yola devam ediyorum zannetsem de hangi değerlerimi yargılıyorsam sistem beni bu noktalarda zorluyor. Her şeyi ben kontrol ediyorum, yaşamımı ben yönetiyorum dediğimizde, kâinat bizden desteğini çekiyor. Asıl hayat amacımız bu dünya deneyiminde mutlu olmak, evet, sadece mutlu olmak. Rahat ettiğim ortamda bulunmak, sevdiğim işi yapmak, kendimi iyi hissettiğim insanlarla beraber olmak, onlar beğensin diye evet dememek zaten mutlu olmama yetecektir. Benim içimde ne varsa, yaşamda o duyguyu paylaşırım. İçimdeki korkuyu ya da sevgiyi paylaşmaktan daha doğal ne olabilir?
Hepimiz dâhiyiz… Hepimiz mucizeyiz…
İçimizde tam da bizim ihtiyacımız olan içsel bir rehberin olduğunu unutmayalım; hayat bize ona güvenmeyi öğretmek için çok gayret gösteriyor. İçimizdeki bilge rehberi daha önce tanımamış olsak da, bu süreçte tam da ihtiyacımız olan kadar bize verilecektir. Ne fazla, ne eksik… Sürece güvenmek, içimizdeki rehbere güvenmek, onun ışığını takip etmek, bizi de bu dünya yolculuğunda varmak istediğimiz mutluluk durağına kavuşturacaktır. Her birimiz belli konularda dâhiyiz; mükemmel olduğumuz alanlar, zayıf olduğumuz konular var. Şu anki versiyonumuzu görmemiz, kendi gerçekliğimizi fark etmemiz çok önemli. Kendimizi değiştirme çabamıza, Yaratıcının biricik ve orijinal yarattığı kendimizi başka bir kalıba sokmamıza ihtiyacımız var mı?
Peki, hayatta vakit kaybetmemize ne sebep oluyor?
Dış koşullardan etkilenen zihnimiz, kolektif bilincin baskısı altında, kendi güçlü yanlarımızı inkâr edip zayıf yanlarımızı beslememiz gerektiği konusunda bizi zorluyor. Koşullanmış zihin, eksikliklerimizi ortaya çıkarmada bize baskı yapıyor. Bu da bizim hayatta vakit kaybetmemize sebep oluyor. Geçmişe baktığımızda, gerçek yeteneklerimizi fark etmeden kendimizi eksik ve kusurlu saydığımızı, bunları mükemmel hale getirme çabası adına ne kadar yolu uzattığımızı görürüz.
Dünyada belli kurallar ve limitler var; biz onlara bakarak yeteri kadar iyi olduğumuzu ya da olmadığımızı ölçüyoruz. Her birimiz farklı varlıklarız; otantik kimliğimiz, fiziksel yapımız, yapmak istediklerimiz, yapabileceklerimiz farklı.
Dışarıdan beklediğimiz onay ile kendimizi yeterli hissedeceğimiz duygusu hiçbir zaman tatmin olmuyor!
Özgün yanımızı desteklemek, beslemek, ortaya çıkarmak yetersizlik hissimizi yok eder. İçinde bulunduğumuz toplum, yani koşullanmış zihinler topluluğu, zihnimizin ne kadar sınırlarla çerçevelendiğini zaman zaman yüzümüze vuruyor. Dış dünyada yaşadığımız gerçeklik tamamen zihnimizin sınırlarıyla belirleniyor. Dışarıdan beklediğimiz onay ile kendimizi yeterli hissedeceğimiz duygusu hiçbir zaman tatmin olmuyor! Sınırsız yaratılmış varlıklar olarak, zihnimizin limitleri içinde yapabileceklerimizin çok daha azını bu hayatta gerçekleştirerek kendi hikâyemizin sonuna ulaşıyoruz.
Aynı pencereden bakarsak aynı manzarayı görürüz; manzara değişsin istiyorsak başka bir pencereye geçmemiz gerekecek. Hayatımızın çalışma şekli, insanın algıladıklarıyla doğru orantılı biçimde yürüyor. Bu hayattan ne anladık, ne öğrendik sorgulayarak ilerlemek bizi hayatın dengesinde tutuyor. Bu denge kendimizi tanımakla sağlanıyor. Sıkıntı veren sonuçlara değil, sebeplere inip bakma cesaretini göstermek, yazılım programımızı değiştirmekle gerçekleşiyor. Mümkün olduğunca, eğer zihnin inanıyorsa, işte bu gerçekliği yaratacağına emin ol ve değer verdiğin şeyler özünün değerini bildiğinde senin oluyor, sevgili okuyanım. Ve bu dünya düzlüğünde kendi değerini bildiğin kadar bir hayatı hak ediyorsun.
Tüm yayın hakları Varoluş ve Ötesi’ne ait olup yazılar iktibas edilemez. Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Tüm reklamların sorumluluğu firmalara, yazılardaki ve söyleşilerdeki görüşler şahıslara aittir.